Yeni bir yıla yeni umutlarla başlıyoruz. Yılın ilk üç ayında yerel seçimler gündemimizin ilk sırasında olacak. İki üç ayda seçim sonrasında seçilenler seçilemeyenler, yapılacak olanları tartışırız. Yılın ilk altı ayında demek ki, hep yerel yönetimleri konuşacağız. Sadece konuşmayacağız, yazacağız da.
Düşündüklerimi, öğrendiklerimi bu köşede sizlerle paylaşmayı sürdüreceğim. Bir gün geçmişin gizemli derinliklerine, bir gün günümüzün gerçeklerine, bir gün geleceğin düşünü kurmaya yöneleceğiz. Geçmişe ve geleceğe ilişkin kurgular yapacağız. Yazmayı neden seviyorum diye soruyorum kendi kendime. Aslında sevdiğim yazmak değil. Sevdiğim paylaşmak. Yazarak düşüncelerimi paylaşabildiğim için yazıyorum. İnsanın okunduğunu düşündükçe yazma isteği artarmış. Benim de öyle oluyor.
“Yazacak konu bulmakta güçlük çekmiyor musun?” diye soruyorlar. Manisa’da yazacak konu bulmakta zorluk çekilir mi hiç. Nereye baksan karşına yazacak bir konu çıkıyor. Bazı konular var ki, her gün yazsanız olur. Örneğin şu çöplük konusunu yazmaktan usandık. Yazdığımız öyle uzun anlaşılmaz da değil. Manisa’nın Şahin Deresi ağzında bulunan çöplüğü, fitili ateşlenmiş patlamayı bekleyen bir bomba gibi duruyor diyoruz. Metan gazı üretiyor diyoruz. Her gün yangın çıkabilir diyoruz. Yangın çıkıyor. Çıkan yangınlar Spil dağını tehdit ediyor. İstanbul’da patlayan ve kırk beş yurttaşımıza mezar olan Hekimbaşı çöplüğü gibi bizim Şahin Deresi Çöplüğü de bir gün patlayıp çevresindeki mahalleleri çöp yığınları altında bırakabilir. Şahin Deresi Çöplüğü de önlem alınmazsa yurttaşlarımıza mezar olabilir. İşte size bir konu. Her gün yazsanız olur. Çöplüğün çevresinde güç koşullar altında yaşam kavgası verenleri yazsanız olur. Kentimiz de yazılacak o kadar konu var ki, biz konu bulmakta zorlanmıyoruz. Hangisini yazacağımızı seçmekte zorlanıyoruz.
Ülkemizde okuma alışkanlığının yeterince gelişmediği söylenir hep. Bunun doğruluğu gazetelerin tirajlarından ve kitap satışlarından kolayca anlaşılıyor. Okuma alışkanlığı edinmemiz gerekiyor.Gelişmeyi hızlandırmanın bir başka yolu yok. Gazete okumak insanın ufkunu genişletiyor. Sadece bilgi edinmiyorsunuz. Önceden edindiğiniz bilgileri de test ediyorsunuz gazete okuyarak. Yaşamdan kopmamış oluyorsunuz. Yaşamın hızına ayak uydurabiliyorsunuz. Okuduğumuz gazetelerden de kentimizi ilgilendiren bir çok konu çıkıyor karşımıza.
İyi ki, kentimizde günlük, haftalık gazeteler var. Kentte olandan bitenden haberdar olabiliyoruz. Televizyondan radyodan haberleri edinebiliyoruz. Ancak, kesip saklama olanağımız olmuyor. Oysa gazeteleri arşivleyebiliyoruz.
Ben hoşuma giden yazıları kesip saklıyorum. Kendi yazılarımın tümünü de bilgisayarıma kaydediyorum.
Geçtiğimiz yıl neler oldu sorusuna yanıt aramak için kafa yormayı gerekli görmediğimden, gelecek yıl neler olacak sorusu daha çok ilgimi çekiyor.
Yeni yılda sanırım yeni Belediye Başkanı ve yeni Belediye Meclisi olacak. Benim gönlüm yenileşme istiyor. Kentler yöneticilerini yenileyemediklerinde tutuculaşırlar. Her yenilik yeni insanlarla gelir. Ben, kent yönetiminin sürekli olarak yenilenmesinden yanayım. Bir kişinin üçüncü kez seçilmesini, kentin çıkarına görmüyorum. Çünkü, kişinin kafasında ne varsa, seçildiğinin birinci bilemedin ikinci yılında gündeme getiriyor. Daha sonraları tekrarın dışında bir anlam taşımıyor.
Yeni yılınız kutlu olsun. Yeni yılın yenilikler, getirmesini diliyorum.
Mustafa Pala
Karabulutlar kaplamış gökyüzünü
Kırılmış kolumuz kanadımız
Silahlarımız alınmış ellerimizden
Ordularımız dağıtılmış.
İhanet çöreklenmiş ülkeme kara bir yılan gibi
Kenetlenmiş çenelerimiz suskunuz.
Oysa esas olan, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır.
Bu da ancak bağımsız kalmakla olur. Bağımsızlıktan yoksun olan uluslar karanlıktan kurtulamazlar
Türk’ün onuru, Türk’ün yetenekleri büyüktür Türk’e tutsak olarak yaşamaktansa ölmek yaraşır,
Öyleyse ya bağımsızlık ya ölüm diyordu Mustafa Kemal.
Ya bağımsızlık ya ölüm! 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz başladı. Çarpışmalar sırasında Türk askeri, kahramanlık ve fedakârlıklarına yenilerini ekledi. Yeni bir destan yazılıyordu Anadolu’da alın teri göz nuru ve kanla yeni bir destan yazılıyordu Anadolu bozkırında.
Başkomutan Mustafa Kemal’in, 30 Ağustos 1922’de Zafertepe’den bizzat yönettiği Büyük Taarruz’la büyük bir zafer kazanıldı. Tarihe altın harflere yazılan 30 Ağustos Zaferi’nin ardından, Çalköy’de yıkık bir evin avlusunda kırık bir kağnı arabası çevresinde toplandı paşalar. Harita üzerinde durum değerlendirmesi yaptılar.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, yanındaki, İsmet Paşa ve Fevzi Çakmak Paşa’ya Yunan Ordusunun yeniden savunma düzenine geçmesini önlemek ve Yunanları mağlup etmek için İzmir’e girmenin şart olduğunu söylüyordu. İzmir’in kurtarılmasının ardından Cumhuriyet’e giden yol açılmış olacaktı.
Mustafa Kemal, Batı Cephesindeki tüm subay ve erlere okunmak üzere bir bildiri kaleme aldı.
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları;
Afyonkarahisar-Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesi’nde, zalim ve mağrur bir ordunun temel varlığını inanılmayacak kadar az bir zamanda yok ettiniz.
Büyük ve seçkin ulusumuzun fedakârlıklarına layık olduğunuzu kanıtladınız.
Sahibimiz olan büyük Türk ulusu geleceğine güvenmekte haklıdır.
Savaş alanlarındaki başarı ve fedakârlıklarınızı yakından görüp izliyorum.
Ulusumuzun size olan övgülerinin iletilmesine aracılık etme görevinin arkasını bırakmayacak, sürekli olarak yerine getireceğim. Ödüllendirme için başkumandanlığa öneride bulunulmasını, cephe kumandanlığına buyurdum. Bütün arkadaşlarımın, Anadolu’da daha başka meydan muharebeleri de verileceğini göz önünde bulundurarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü ve yurtseverliğinin kaynaklarını kullanarak, yarışmayı bütün gücüyle sürdürmesini talep ederim.
Ordular, İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”
Diyordu Mustafa Kemal
76 yaşında bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıyım. En büyük dileğim, milli bayramlarımızı coşkuyla kutlanması ve büyük zaferlerin, Atatürk gibi büyük kahramanların adının ve anısının sonsuza dek yaşatılmasıdır.
30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun.
© Copyright 2024 - Yeni Manisa
E-mail : info@yenimanisa.com
gerekli
gerekli - yayımlanmayacak