Sorunun değil çözümün parçası olmak her zaman çok zor olmuştur.
Siz sorun çözmeye çalışırken, birisi gelip, yeni sorunlar çıkarıyorsa, “ben demiştim.” diye başlayıp, “böyle olacağı belliydi.” diye sürdürüyorsa konuşmasını, yaşanılan sorundan çok sorun haline gelen kişiler üzüyor insanı.
“Ben böyle düşünüyorum” tamam da bende öyle düşünmüyorum. Ne olacak şimdi. Bir çok insanın bilgiye, emeğe saygısı yok. Uğur Mumcu’nun dediği gibi “bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olunmaz.” Ahkam kesmeyi seven insanların çoğu, tembel oluyorlar. Ahkam kesmeyi iş yapmak olarak algılıyorlar. İş yapıyorlar anladık da, iş yapanında işini zorlaştırıyorlar.
Sorunun değil çözümün parçası olmak her zaman çok zor olmuştur. Ne kadar zor olursa olsun, sorunlara çözüm odaklı yaklaşımı benimsemeliyiz. Yani sorunun değil çözümün parçası olmalıyız. Sadece soruna odaklananlar, genellikle çözüm yollarını gözden kaçırırlar. Yani bir sorun varsa, çözüm yolu veya yolları da vardır mutlaka. Gerçekten istersek çözüm yolunun bir parçası olabiliriz.
Bazı insanlar kolaycılığa kaçıp, çözümün değil sorunun parçası olarak, sorun durumuna geliyorlar. Bu insanlar, çevrelerine pozitif enerjiden ziyade negatif bir enerji yayıyorlar. Onları tanıyanlar “Acaba şimdi ne sorun çıkaracak?” endişesine kapılırlar hep. Ben böyle tanıdığım birinden telefon aldığımda ya da karşılaştığımda, şimdi ne sorun dillendirecek bakalım diye düşünürüm hemen. Sizin de çevrenizde böyle insanlar vardır. Aman uzak durun. Bu tür insanlar sizi çok yorar.
İnsanlar vardır. Bir iş yerinde yaşadıkları sorunlarda veya birileri ile yaşadıkları sorunlarda eğer haklı iseler, sorunlara çözüm aramazlar. Kulakları bütün çağrılara kapalıdır ve ben haklıyım cümlesini tekrarlayarak, negatif enerji yayarlar. Bazen haklı olmak, çözüme katkı sağlamaya yetmeyebilir. Önemli olan çözümün parçası olmaktır.
Çözümün bir parçası olmayan herkes sorunun bir parçasıdır derler. Sağlıklı bir yaklaşım ve bakış açısı ile çözüm üretmek olanaklıyken bu yapılmadığında problemler büyür gider. Çözüm odaklı yaklaşım ise probleme sebep olan noktalara yoğunlaşır. Suçlu aramaz. Çözüm üretir. Konu bu kadar basit işte. Eğer gerçekten çözüm odaklı olursak, Her şeye içtenlikle çözüm bulabiliriz. Evet, çok sorun var. İstendiğinde her sorun içinde bir çözüm üretilir mutlaka. Bence yaşam sorun çözme sürecidir…
Çözüm odaklı insanlarla birlikte olduğunuzda, onların pozitif davranışlarının ortamı yumuşattığını, yatıştırıcı bir etkilerinin olduğunu görürsünüz. Böyle çözüm odaklı insanların yanında kendinizi rahatlamış hissedersiniz. Soruna çözüm üretmeniz kolaylaşır.
Çözümün parçası olmanın, sorunun parçası olmaktan çok zor olduğunu biliyorum. Çünkü, çözümün parçası olmak özveri gerektirir. Sorunun parçası olanlar “ne haliniz varsa görün” deyip çekip giderler. Çözümün parçası olanlar, çalışırlar, dedikleri olmadığı zaman küsmezler, çekip gitmezler. Emeğe ve bilgiye saygılı olurlar. Hepinize çözüm odaklı çalışma arkadaşları dilerim. Germeyen, gerilmeyen, pozitif arkadaşlar bulun kendinize…
Karabulutlar kaplamış gökyüzünü
Kırılmış kolumuz kanadımız
Silahlarımız alınmış ellerimizden
Ordularımız dağıtılmış.
İhanet çöreklenmiş ülkeme kara bir yılan gibi
Kenetlenmiş çenelerimiz suskunuz.
Oysa esas olan, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır.
Bu da ancak bağımsız kalmakla olur. Bağımsızlıktan yoksun olan uluslar karanlıktan kurtulamazlar
Türk’ün onuru, Türk’ün yetenekleri büyüktür Türk’e tutsak olarak yaşamaktansa ölmek yaraşır,
Öyleyse ya bağımsızlık ya ölüm diyordu Mustafa Kemal.
Ya bağımsızlık ya ölüm! 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz başladı. Çarpışmalar sırasında Türk askeri, kahramanlık ve fedakârlıklarına yenilerini ekledi. Yeni bir destan yazılıyordu Anadolu’da alın teri göz nuru ve kanla yeni bir destan yazılıyordu Anadolu bozkırında.
Başkomutan Mustafa Kemal’in, 30 Ağustos 1922’de Zafertepe’den bizzat yönettiği Büyük Taarruz’la büyük bir zafer kazanıldı. Tarihe altın harflere yazılan 30 Ağustos Zaferi’nin ardından, Çalköy’de yıkık bir evin avlusunda kırık bir kağnı arabası çevresinde toplandı paşalar. Harita üzerinde durum değerlendirmesi yaptılar.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, yanındaki, İsmet Paşa ve Fevzi Çakmak Paşa’ya Yunan Ordusunun yeniden savunma düzenine geçmesini önlemek ve Yunanları mağlup etmek için İzmir’e girmenin şart olduğunu söylüyordu. İzmir’in kurtarılmasının ardından Cumhuriyet’e giden yol açılmış olacaktı.
Mustafa Kemal, Batı Cephesindeki tüm subay ve erlere okunmak üzere bir bildiri kaleme aldı.
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları;
Afyonkarahisar-Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesi’nde, zalim ve mağrur bir ordunun temel varlığını inanılmayacak kadar az bir zamanda yok ettiniz.
Büyük ve seçkin ulusumuzun fedakârlıklarına layık olduğunuzu kanıtladınız.
Sahibimiz olan büyük Türk ulusu geleceğine güvenmekte haklıdır.
Savaş alanlarındaki başarı ve fedakârlıklarınızı yakından görüp izliyorum.
Ulusumuzun size olan övgülerinin iletilmesine aracılık etme görevinin arkasını bırakmayacak, sürekli olarak yerine getireceğim. Ödüllendirme için başkumandanlığa öneride bulunulmasını, cephe kumandanlığına buyurdum. Bütün arkadaşlarımın, Anadolu’da daha başka meydan muharebeleri de verileceğini göz önünde bulundurarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü ve yurtseverliğinin kaynaklarını kullanarak, yarışmayı bütün gücüyle sürdürmesini talep ederim.
Ordular, İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”
Diyordu Mustafa Kemal
76 yaşında bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıyım. En büyük dileğim, milli bayramlarımızı coşkuyla kutlanması ve büyük zaferlerin, Atatürk gibi büyük kahramanların adının ve anısının sonsuza dek yaşatılmasıdır.
30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun.
© Copyright 2024 - Yeni Manisa
E-mail : info@yenimanisa.com
gerekli
gerekli - yayımlanmayacak