Olağan dışı durumlar nedeniyle OHAL ilan edildi.
Olağan dışılık devam ediyor ki, uzatılması gündemde.
Dileriz, olağan dışılık olağan duruma gelmez.
Dileriz, alışılmış çaresizlik yaşanmaz.
İnsanın kendini, çaresiz, umutsuz ve yalnız hissettiği durumlar olabilir.
Sadece insanların değil, kurumların, kuruluşların hatta ülkelerin kendini yalnız, çaresiz ve umutsuz hissettiği durumlar olabilir. Yapılması gereken olağan duruma gelebilmek, umudu güçlendirmek ve çoğalmaktır.
OHAL, olağan dışılıktan hızla kurtulmak için ilan edilir.
Ülkemiz için OHAL’e ihtiyaç varsa, hepimiz için de var demektir.
O zaman, kendi yaşamımızda da OHAL ilan edeceğiz.
Başımızı ellerimizin arasına alıp düşüneceğiz.
Yaşadığımız olumsuzlukları görmezlikten gelmeyeceğiz.
Kendinize ve çevrenize bakın, mutlaka olağan dışılıklar görürsünüz.
Ödenemeyen çekler, tahsil edilemeyen alacaklar, ödenemeyen borçlar, işsiz güçsüz kalanlar, yardıma muhtaç insanlar, yarım kalan dostluklar, biten ortaklıklar, kapanan işyerleri, karamsarlıklar, umutsuzluklar kol gezmeye başlamıştır çevrenizde. Bunlara bakıp üzülmemek elde değil. Ancak üzülmekte çözüm olmuyor ki.
Kendi yaşamımızda ve ülkemizde OHAL ne kadar kısa sürede gündemden kalkarsa ne kadar kısa sürede olağan duruma geçersek, açılan yaralar daha çabuk kapanır. Yoksa inanın sadece OHAL değil tüm rahatsızlıklar, hastalıklar kronikleşir. Anladık ki, rahatsızlıkların giderilmesi için, operasyon gerekiyor. Organ değişikliklerine ve köklü tedaviye ihtiyaç var. Teşhis iyi konulmalı ki, sonucu iyi olsun. Operasyon başarılı olmalı ki, hasta kurtulsun.
Gelişmiş demokrasilerde yurttaş düşüncesini özgürce söyleyebilir. Korkmadan, çekinmeden söyleyebilir. Söylerken de, söyledikleri nedeniyle yadırganmayacağını, düşüncesini söyledi diye cezalandırılmayacağını bilir. Demokrasilerde, söylediklerinizden, düşüncelerinizden değil, eğer suç oluşturuyorsa yaptıklarınızdan yargılanırsınız.
Ülkemizde OHAL var ve OHAL’in bir süre daha uzatılacağı anlaşılıyor. Olağan dışı durumlarda, olağan dışı önlemler olacaktır elbet. Ancak olağan dışılık kaderimiz haline gelmemeli.
Bence, olağan duruma gelebilmek için, birliğin bütünlüğün kıvançta ve tasada bir olmanın güçlendirilmesi, olağan üstü durumdan çıkmanın olmazsa olmazı ve ön koşuludur. Yenikapı’da birlikte kürsüye çıkmak aynı insanlara konuşmak alkışlanacak bir durumdur elbet. Ancak bu alkışlanacak durumun sürdürülmesi gerekir. Bunun sürdürülmesi ancak ve ancak diyalogla olur… Olağan dışı durum olduğuna göre bu ülkenin iktidarı ve muhalefeti birlikte çalışmalıdır. Birlikte çalışmak her yapılanı onaylamak koşulsuz destek olmak anlamına da gelmez elbet.
Bir koalisyon hükümetinin olağan duruma geçişi hızlandıracağını, Yenikapı Ruhunu güçlendireceğini düşünüyorum. Milli Mutabakat gerekiyorsa, bu ancak, Milli Mutabakat Hükümeti ile olur. Ülkede olağan dışı bir durum varken, olağandışı yöntemler bulup geliştirmeli ve hızla olağan duruma geçmeliyiz…
TBMM sadece olağan durumlarda çalışmayacak, olağan dışı durumlarda olağan üstü çalışmalar yaparak, olağan duruma geçişi hızlandıracak şekilde çalıştırılmalıdır.
Milli irade, sadece bir yada birkaç kişide değil TBMM’de tecelli eder. Haydi TBMM, olağan dışı bir çalışmayla, olağan duruma geçişimizi sağla. Haydi TBMM, milli iradenin temsilcisi olduğunu kanıtla…
Karabulutlar kaplamış gökyüzünü
Kırılmış kolumuz kanadımız
Silahlarımız alınmış ellerimizden
Ordularımız dağıtılmış.
İhanet çöreklenmiş ülkeme kara bir yılan gibi
Kenetlenmiş çenelerimiz suskunuz.
Oysa esas olan, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır.
Bu da ancak bağımsız kalmakla olur. Bağımsızlıktan yoksun olan uluslar karanlıktan kurtulamazlar
Türk’ün onuru, Türk’ün yetenekleri büyüktür Türk’e tutsak olarak yaşamaktansa ölmek yaraşır,
Öyleyse ya bağımsızlık ya ölüm diyordu Mustafa Kemal.
Ya bağımsızlık ya ölüm! 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz başladı. Çarpışmalar sırasında Türk askeri, kahramanlık ve fedakârlıklarına yenilerini ekledi. Yeni bir destan yazılıyordu Anadolu’da alın teri göz nuru ve kanla yeni bir destan yazılıyordu Anadolu bozkırında.
Başkomutan Mustafa Kemal’in, 30 Ağustos 1922’de Zafertepe’den bizzat yönettiği Büyük Taarruz’la büyük bir zafer kazanıldı. Tarihe altın harflere yazılan 30 Ağustos Zaferi’nin ardından, Çalköy’de yıkık bir evin avlusunda kırık bir kağnı arabası çevresinde toplandı paşalar. Harita üzerinde durum değerlendirmesi yaptılar.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, yanındaki, İsmet Paşa ve Fevzi Çakmak Paşa’ya Yunan Ordusunun yeniden savunma düzenine geçmesini önlemek ve Yunanları mağlup etmek için İzmir’e girmenin şart olduğunu söylüyordu. İzmir’in kurtarılmasının ardından Cumhuriyet’e giden yol açılmış olacaktı.
Mustafa Kemal, Batı Cephesindeki tüm subay ve erlere okunmak üzere bir bildiri kaleme aldı.
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları;
Afyonkarahisar-Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesi’nde, zalim ve mağrur bir ordunun temel varlığını inanılmayacak kadar az bir zamanda yok ettiniz.
Büyük ve seçkin ulusumuzun fedakârlıklarına layık olduğunuzu kanıtladınız.
Sahibimiz olan büyük Türk ulusu geleceğine güvenmekte haklıdır.
Savaş alanlarındaki başarı ve fedakârlıklarınızı yakından görüp izliyorum.
Ulusumuzun size olan övgülerinin iletilmesine aracılık etme görevinin arkasını bırakmayacak, sürekli olarak yerine getireceğim. Ödüllendirme için başkumandanlığa öneride bulunulmasını, cephe kumandanlığına buyurdum. Bütün arkadaşlarımın, Anadolu’da daha başka meydan muharebeleri de verileceğini göz önünde bulundurarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü ve yurtseverliğinin kaynaklarını kullanarak, yarışmayı bütün gücüyle sürdürmesini talep ederim.
Ordular, İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”
Diyordu Mustafa Kemal
76 yaşında bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıyım. En büyük dileğim, milli bayramlarımızı coşkuyla kutlanması ve büyük zaferlerin, Atatürk gibi büyük kahramanların adının ve anısının sonsuza dek yaşatılmasıdır.
30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun.
© Copyright 2024 - Yeni Manisa
E-mail : info@yenimanisa.com
gerekli
gerekli - yayımlanmayacak