Sevgi üzerine yazdığım yazıların daha çok ilgi çektiğini görüyorum. Sevgi üzerine yazmak benim hoşuma gittiği kadar okuyanların da hoşuna gidiyor. Keşke, sevgisizliğin giderek büyüdüğü insanların, girerek yalnızlaştığı bir zamanda hep sevgi üzerine yazıp, hep sevgi üzerine konuşabilsek.
Sevgisiz yaşamak aç susuz yaşamak kadar zor düşünen bir insan için. Sevmek de sevilmek de vazgeçilmez bir ihtiyaç. İnsan kendini sever önce, insanın kendini sevmemesinin sonu intihara kadar uzanan bir hastalıktan başka bir şey değildir. Kendini sevdiğin kadar, aileni, aileni sevdiğin kadar, komşularını, komşularını sevdiğin kadar hemşehrilerini, hemşehrilerini sevdiğin kadar ulusunu, ulusunu sevdiğin kadar da tüm insanları seveceksin. Bir de yaşadığın evi seveceksin. Yaşadığın evi sevdiğin kadar, mahalleni, mahalleni sevdiğin kadar kentini, kentini sevdiğin karar ülkeni, ülkeni sevdiğin kadar tüm Dünya’yı ve tüm evreni seveceksin. İste o zaman sevgi ustası oldun demektir. İşte o zaman yaşamın tadını alacaksın demektir. Konumuz, sevgi. Özellikle kent ve hemşehri sevgisi. Yaşadığın kenti ve birlikte olduğun insanları sevmenin insana yüklediği sorumluluklar da var. Sevdiğin kentin daha güzel, birlikte olduğun insanların daha mutlu olması için çaba göstereceksin. Bu kentli olmanın ötesinde insan olmanın da gereği.
Yaşadığımız kent Manisa, doğanın cömert davrandığı güzel bir kent. Görkemli Spil Dağı ve Gediz ovasını sulayan, bereketli Gediz nehri iki önemli varlığımız. Gediz’i kirletmişiz. Spil’in mitolojik değerinin yeterince farkında değiliz. İkisinden de yararlanamıyoruz. Şu görkemli Spil Dağının mitoloji içindeki yerini ve önemini bir görsek, bunu programlı biçimde önce ülkemizin insanlarına, sonra tüm insanlara anlatsak, Manisa adının duyulmasına ve yıllardır sözünü ettiğimiz turizmin gelişmesine büyük katkısı olacaktır.
İzmir’li ozan Homeros’un İlyada’sında Spil’in adı çok sık geçer. Spli’de yaşananlar uzun uzun anlatılır. Tantalis kentinin kralı Tantolos, Tantolos’un taşa dönüştürülen kızı Niobe,, Denizleri aşıp, çıktığı adaya adı verilen Pelops’un Spil’de yaşadıkları anlatılır. Ölümlü Tantolos , ölümsüzler sofrasının değişmeyen konuğudur Spil’in Doruklarında. Ölümlü Tantalos, ölümsüzlük ister tanrılardan. Ölümsüzler, bir ölümlülünün ölümsüzlük istemesine bozulurlar. Bozululur da, Spil’in Doruklarında bir kuyuda ölümsüzlüğe tutsak ederler Tantalos’u. İçine atıldığı kuyunun dibinde su vardır, eğilip içemez, Kuyunun ağzından içeri meyveler sarkar uzanıp alamaz. Çektiği işkence, varlık içinde yokluğu yaşayanların işkencesidir. Bu işkencenin adına “Tantalos İşkencesi” denir tüm Dünya’da. Varlık içinde yokluk çekiyoruz. Demek ki, bizde Tantalos işkencesi yaşıyoruz.
Sanırım üç dört yıl önceydi. BBC televizyonunun ekipleri Manisa’ya geldi. Sülüklü gölden başlayıp, Spil’in doruklarına kadar ulaştılar. Niobe’yi ve Kibele’yi çektiler. Çektikleri belgesel BBC’de yayınlandı. Manisa için ne büyük bir tanıtım olanağı. BBC heyetinin içinde bir de Arkeolog araştırmacı yazar vardı. Kendisiyle tanışma ve konuşma olanağı buldum. Peter James “Kayıp Kent Atlantis Bulundu “ kitabının yazarı. Peter James kayıp kent Atlantis’in Manisa’da olduğunu söylüyor. Bulgularına o denli güveniyor ki, bunu kitap haline getirmiş, BBC yazılanları belgesel yapmaya değeler bulup, Manisa’ya ekip göndermiş. Ne kadar önemli, ne kadar büyük bir olanak Manisa için. Benzer bir olay başka bir Avrupa ülkesinin bir kenti için söz konusu olsaydı. Kayıp kent Atlantis’in başka bir ülkenin herhangi bir kentinde bulunduğu söylenseydi. Önce o kentin yöneticileri ve o kentte yaşayanlar, sonra o ülke tümüyle ayağa kalkardı. Abartmadan söylüyorum. O ülkenin Kültür Bakanı, ilgili sivil toplum örgütlerinin yöneticileri ve medya ,o kente gelirdi. Ülkenin tüm televizyonları söz ederdi. Bizde ne oldu? BBC ekibi geldi. Çekimlerini yapıp döndü. Kayıp kent Atlantis Manisa’da mıdır bilemiyoruz. Peter James Manisa’da olduğunu söylüyor. James’in dayanağı Mitoloji. Homeros’un söylediklerinin doğru olduğu her gün yeni bulgularla ortaya çıkıyor. Örneğin, Homeros’un İlyada Destanında anlattığı, son günlerde gösterime giren ve izleyici rekorları kıran TROYA filminde de konu edilen, Hektor ve Aşil’in kavgasının gerçek olduğundan söz ediliyor. Trova’da kazı yapanlar. Hektor’la Aşıl’in önünde döğüştüğü söylenen mağara’ya ulaştılar. Kayıp kent Atlantis niye Manisa’da olmasın. Ama biz kayıp kent Atlantis’ten önce, Niobe’nin 100 metre ötesinde ve toprağın iki metre altındaki tiyatroyu çıkaramamışız gün yüzüne. Niobe’nin çevresini düzenleyelim. Çöplük görüntüsü kalksın ortadan. Biz bilmesek de, biz önemsemesek de, Niobe’nin mitoloji içinde büyük ve önemli bir yeri var. Dışarıdan gelecek her yabancı önce Niobe’yi ve Kibele’yi soracaktır. Dışarıdan gelen konuklara sadece Mesir macunu vermek yetmez.. Niobe’nin ve Kibele’nin çevresini düzenlememek kente karşı suç işlemektir. Kenti sevmemektir. Bu kent bizim. Geçmişiyle geleceği ile bizim. Kibele’si Niobesi, Muradiye Camisiyle, güzelim Osmanlı yapılarıyla bizim. Kirlettiğimiz Gediz’i ile, Önemini, mitoloji içindeki yerini iyice bilemediğimiz Spil’iyle bizim, Yerin altından gün yüzüne çıkaramadığımız tiyatrosuyla, Hafsa Sultanı Merkez Efendisiyle bizim. Bu kent bizim, hepimizin. Bu kenti ve bu kentin insanlarını sevmekle başlamalıyız işe. Bu kenti ve bu kentin insanlarını sevelim. Bunu başarırsak kentimiz daha güzel, insanlarımız daha mutlu olur.
Mustafa Pala
Karabulutlar kaplamış gökyüzünü
Kırılmış kolumuz kanadımız
Silahlarımız alınmış ellerimizden
Ordularımız dağıtılmış.
İhanet çöreklenmiş ülkeme kara bir yılan gibi
Kenetlenmiş çenelerimiz suskunuz.
Oysa esas olan, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır.
Bu da ancak bağımsız kalmakla olur. Bağımsızlıktan yoksun olan uluslar karanlıktan kurtulamazlar
Türk’ün onuru, Türk’ün yetenekleri büyüktür Türk’e tutsak olarak yaşamaktansa ölmek yaraşır,
Öyleyse ya bağımsızlık ya ölüm diyordu Mustafa Kemal.
Ya bağımsızlık ya ölüm! 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz başladı. Çarpışmalar sırasında Türk askeri, kahramanlık ve fedakârlıklarına yenilerini ekledi. Yeni bir destan yazılıyordu Anadolu’da alın teri göz nuru ve kanla yeni bir destan yazılıyordu Anadolu bozkırında.
Başkomutan Mustafa Kemal’in, 30 Ağustos 1922’de Zafertepe’den bizzat yönettiği Büyük Taarruz’la büyük bir zafer kazanıldı. Tarihe altın harflere yazılan 30 Ağustos Zaferi’nin ardından, Çalköy’de yıkık bir evin avlusunda kırık bir kağnı arabası çevresinde toplandı paşalar. Harita üzerinde durum değerlendirmesi yaptılar.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, yanındaki, İsmet Paşa ve Fevzi Çakmak Paşa’ya Yunan Ordusunun yeniden savunma düzenine geçmesini önlemek ve Yunanları mağlup etmek için İzmir’e girmenin şart olduğunu söylüyordu. İzmir’in kurtarılmasının ardından Cumhuriyet’e giden yol açılmış olacaktı.
Mustafa Kemal, Batı Cephesindeki tüm subay ve erlere okunmak üzere bir bildiri kaleme aldı.
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları;
Afyonkarahisar-Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesi’nde, zalim ve mağrur bir ordunun temel varlığını inanılmayacak kadar az bir zamanda yok ettiniz.
Büyük ve seçkin ulusumuzun fedakârlıklarına layık olduğunuzu kanıtladınız.
Sahibimiz olan büyük Türk ulusu geleceğine güvenmekte haklıdır.
Savaş alanlarındaki başarı ve fedakârlıklarınızı yakından görüp izliyorum.
Ulusumuzun size olan övgülerinin iletilmesine aracılık etme görevinin arkasını bırakmayacak, sürekli olarak yerine getireceğim. Ödüllendirme için başkumandanlığa öneride bulunulmasını, cephe kumandanlığına buyurdum. Bütün arkadaşlarımın, Anadolu’da daha başka meydan muharebeleri de verileceğini göz önünde bulundurarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü ve yurtseverliğinin kaynaklarını kullanarak, yarışmayı bütün gücüyle sürdürmesini talep ederim.
Ordular, İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”
Diyordu Mustafa Kemal
76 yaşında bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıyım. En büyük dileğim, milli bayramlarımızı coşkuyla kutlanması ve büyük zaferlerin, Atatürk gibi büyük kahramanların adının ve anısının sonsuza dek yaşatılmasıdır.
30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun.
© Copyright 2023 - Yeni Manisa
E-mail : info@yenimanisa.com
gerekli
gerekli - yayımlanmayacak