Kurban Bayramınızı erkenden kutluyorum.
Siz bu yazıyı okurken ben, İstanbul’da Hüsnü Özyeğin Vakfının düzenlediği, kırsal kalkınma konulu bir toplantıda Obasya’yı anlatıyor olacağım. Ardından 10 günlük tatil başlayacak. Kentler yine boşalacak insanlar deniz kıyılarına akacak.
Bir kurban bayramını daha kutlayacağız telaş içinde. Her bayramın üçüncü günü saat 11.00’de Yeni Manisa Öncü Sitesi’nde oturanlar olarak sitenin sosyal tesisinde bayramlaşırdık. Güzelde olurdu. Barışı kardeşliği dayanışmayı güçlendirmek için bu tür gelenekler oluşturulmalı.
Korkarım yine bu bayramda da trafik canavarına kurbanlar vereceğiz. Bayram için, kentler ve ülkeler arasında yolculuk yapanlar ne olur trafik kurallarına uysalar, ne olur süratli gitmeseler. Her bayram, yüzlerce yurttaşımızı trafik kazalarında kurban vermesek.
Bayramlar, benim için, içime bakmaya, kendimle konuşmaya fırsat tanıyan günler oluyor. Kendinizle konuşmayı, deli derler diye sokakta, işyerinde yapamıyorsunuz. Kendisiyle konuşanlara deli diyenlerinde zaman zaman kendisiyle konuştuklarını düşünüyorum. İnsan kendi içine bakmaya ve kendisi ile konuşmaya da zaman ayırmalı. Bana böyle bir fırsat tanıdığı için de seviyorum bayramları. Bayramları sevişimin başka nedenleri de var elbet. İnsanlar, daha sevecen, daha barışçı oluyorlar bayramlarda. Özellikle çocuklar daha sevinçli oluyorlar. Çocukları sevinçli görmek beni mutlu etmeye yetiyor.
“Eski bayramlar şöyleydi, eski bayramlar böyleydi.” diyerek, geçmişe özlem duyulmasını, ağıtlar yakılmasını pek doğru bulmuyorum. Eski bayramlar, eskinin koşulları içinde güzeldi. Şimdi eskinin koşulları olmadığına göre, bayramlar da eskinin bayramları gibi olamayacaktır. Önemli olan, yeni güzellikleri, yeni günün koşulları içinde yaratabilmektir. Geçmişe özlemi körüklemek yerine, geleceğe umudu güçlendirerek bayramları kutlamak önemli. Günümüzün bayramlarını da güzel yapmak, bayramı bayram gibi yaşamak kendi elimizdedir. “İnsan değişmez” sözünü doğru sayıp, değişememeyi savunma olarak çok kullandım. Ancak, şimdi yanıldığımı düşünüyorum. İnsan isterse değişebilir. İstemek değişimin ilk adımıdır. İkinci adım da değişim için çalışmak olmalı. Bahsettiğim değişimin özünde gelişim var elbet.
İnsan değişebilir. Değişmelidir de. İnsanın zaman zaman içine bakması ve kendisi ile konuşması insanı değişim noktasına getirebiliyor. Uzun süreli bayram tatili size bu fırsatı verebilir.
“İnsan değişmez” dersek. “Böyle gelmiş, böyle gider” de dememiz kaçınılmaz oluyor. Oysa, böyle gelmiş ancak böyle gitmemeli. Böyle gelmiş böyle gitmemeli diyorsak, değişimin gerekliliğini de ortaya koymuş oluyoruz. Değişimin gerekliliğini anlayınca da, değişimin yönünü belirlemiş oluyoruz. İşin bundan sonrası çalışmaktır sadece. Yine o çok yinelediğimiz “ben nerede hata yaptım” sorusunu kendimize sorarak başlayacağız çalışmaya.
Acaba şu trafik canavarı ile baş edemez miyiz? Acaba diyorum, değişemez miyiz? Doğruya güzele, çağdaş uygarlığa doğru daha hızlı biçimde yönelemez miyiz? Acaba, her bayramda trafik kazaları mı izleyeceğiz? Dileğimi yineliyorum. Dilerim bu bayramda ölümlü trafik kazaları olmaz.
Bu bayram benim düşündüklerimi sizlerde düşünmüşsünüzdür elbet. Ancak düşünmek yetmiyor. Düşünceyi eyleme dönüştürmek gerekiyor...
Bayramınız Kutlu Olsun.
Karabulutlar kaplamış gökyüzünü
Kırılmış kolumuz kanadımız
Silahlarımız alınmış ellerimizden
Ordularımız dağıtılmış.
İhanet çöreklenmiş ülkeme kara bir yılan gibi
Kenetlenmiş çenelerimiz suskunuz.
Oysa esas olan, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır.
Bu da ancak bağımsız kalmakla olur. Bağımsızlıktan yoksun olan uluslar karanlıktan kurtulamazlar
Türk’ün onuru, Türk’ün yetenekleri büyüktür Türk’e tutsak olarak yaşamaktansa ölmek yaraşır,
Öyleyse ya bağımsızlık ya ölüm diyordu Mustafa Kemal.
Ya bağımsızlık ya ölüm! 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz başladı. Çarpışmalar sırasında Türk askeri, kahramanlık ve fedakârlıklarına yenilerini ekledi. Yeni bir destan yazılıyordu Anadolu’da alın teri göz nuru ve kanla yeni bir destan yazılıyordu Anadolu bozkırında.
Başkomutan Mustafa Kemal’in, 30 Ağustos 1922’de Zafertepe’den bizzat yönettiği Büyük Taarruz’la büyük bir zafer kazanıldı. Tarihe altın harflere yazılan 30 Ağustos Zaferi’nin ardından, Çalköy’de yıkık bir evin avlusunda kırık bir kağnı arabası çevresinde toplandı paşalar. Harita üzerinde durum değerlendirmesi yaptılar.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, yanındaki, İsmet Paşa ve Fevzi Çakmak Paşa’ya Yunan Ordusunun yeniden savunma düzenine geçmesini önlemek ve Yunanları mağlup etmek için İzmir’e girmenin şart olduğunu söylüyordu. İzmir’in kurtarılmasının ardından Cumhuriyet’e giden yol açılmış olacaktı.
Mustafa Kemal, Batı Cephesindeki tüm subay ve erlere okunmak üzere bir bildiri kaleme aldı.
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları;
Afyonkarahisar-Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesi’nde, zalim ve mağrur bir ordunun temel varlığını inanılmayacak kadar az bir zamanda yok ettiniz.
Büyük ve seçkin ulusumuzun fedakârlıklarına layık olduğunuzu kanıtladınız.
Sahibimiz olan büyük Türk ulusu geleceğine güvenmekte haklıdır.
Savaş alanlarındaki başarı ve fedakârlıklarınızı yakından görüp izliyorum.
Ulusumuzun size olan övgülerinin iletilmesine aracılık etme görevinin arkasını bırakmayacak, sürekli olarak yerine getireceğim. Ödüllendirme için başkumandanlığa öneride bulunulmasını, cephe kumandanlığına buyurdum. Bütün arkadaşlarımın, Anadolu’da daha başka meydan muharebeleri de verileceğini göz önünde bulundurarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü ve yurtseverliğinin kaynaklarını kullanarak, yarışmayı bütün gücüyle sürdürmesini talep ederim.
Ordular, İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”
Diyordu Mustafa Kemal
76 yaşında bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıyım. En büyük dileğim, milli bayramlarımızı coşkuyla kutlanması ve büyük zaferlerin, Atatürk gibi büyük kahramanların adının ve anısının sonsuza dek yaşatılmasıdır.
30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun.
© Copyright 2024 - Yeni Manisa
E-mail : info@yenimanisa.com
gerekli
gerekli - yayımlanmayacak