Her 10 Kasımda ve milli bayramlarımızda olduğu gibi, bugün de Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk`ü sevgiyle, saygıyla, giderek artan bir özlemle anıyoruz.
Atatürk bizim geçmişe özlemimiz değil aydınlık geleceğimizdir. Onun gösterdiği yol bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yoludur. O büyük insan “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyerek bize bilimin aydınlattığı çağda uygarlık yolunu göstermiştir. Bu nedenle “İzindeyiz” yerine “yolundayız” demeliyiz. Yolundayız Atam.
Atatürk’ün okumaya verdiği öneme değinmek istiyorum bugün.
Atatürk’ün okumaya önem verdiğini, yaşamı boyunca yaklaşık 4000 kitap okuduğunu biliyoruz. Dile kolay 4000 kitap.
Atatürk “Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydı, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.” diyor. Atatürk’ün dediği gibi kitap okumalıyız. Gelişmek için okumak şart. Harçlıklarımızın yarısını kitaplara vermeliyiz. Aldığımız kitapları arkadaşlarımızla değişerek daha çok kitap okumalıyız. Okumak gerçekten şart.
Atatürk şüphesiz ki yüzyılımızın önde gelen kişileri arasındadır. Kuşkusuz bu özelliğinin var olmasında askeri kişiliği, devlet adamlığının yanısıra bir de düşünce adamı olmasının da büyük payı vardır. Yaşamı boyunca kitap, Atatürk için vazgeçilmez bir değer, yol gösteren bir varlık olmuştur. O’nun için okumak bir tutkuya dönüşmüş ve bu tutku sonunda geniş bir kültür kazanmıştır.
Atatürk için kitap, öğrenim yaşamı boyunca her aşamada etkili olmuştur. İlkokul öğrencisi iken kitap okumayı, sokakta oynamaya yeğlemiş, ders kitapları ile yetinmemiş, askeri okulda öğrenimini sürdürürken de yerel dergi ve gazeteleri izlemiş, fen ve matematik konularında yarışmalara girip kazanmıştır. Vatan ve özgürlük kavramlarını işleyen Namık Kemal’ın eserlerini, Mehmet Emin Yurdakul ve Tevfik Fikret’in şiirlerini okurken, öte yandan da Voltaire, Rousseau, Montesqiue gibi Fransız düşünürlerin eserlerini okumuş ve fikirleri üzerinde tartışmıştır. Fransızca öğrenmiş ve bu dilde, askerlik eğitimi ile ilgili olduğu kadar, siyaset, hukuk ve edebiyat üzerine yazılmış eserleri de okumuştur.
Atatürk 3. Ordu’dayken General Litzmann’dan çeviriler yapmış, Çanakkale Savaşları sırasında, ateş altında bile okumaktan vazgeçmemiştir.
Atatürk vatanı düşman istilasından kurtardıktan ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra sosyal ve ekonomik konulara daha çok eğilmek gereğini duymuştur. Artık O, savaş alanlarında kazandığı zaferlerini, kültürel, sosyal, ekonomik alanlarda yapmayı tasarladığı reformlarla sağlam temellere oturtmak istiyordu. Bunun için de yapacağı devrimler için her türlü fikir ve inanç düzeyindeki delegelerle dolu bir Meclis’in başkanı olarak yeterli bilgi edinmesi gereğine inanıyordu. Bu nedenle de o güne kadar okuyamadığı bazı kitapları yurt dışından getirtiyor, Türkçeye çevirtiyordu. Atatürk’ün hangi konularda, ne çeşit eserler okuduğunu gösteren en güvenli kaynak özel kütüphanesinin kataloğudur. Bu kaynak O’nun düşünce ve kültür yaşamının bir göstergesidir. Atatürk’ün özel kütüphanesinin koleksiyonları arasında en geniş yeri tarih kitapları almaktadır.
Yazımı Platon’un bir sözüyle noktalamak istiyorum: “Demokrasi bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur; Devam ederse demagoglar türer. Demagoglardan da diktatörler türer.” Eğitim gerçekten şart. Eğitim içinde Atatürk gibi çok okumak şart…
Karabulutlar kaplamış gökyüzünü
Kırılmış kolumuz kanadımız
Silahlarımız alınmış ellerimizden
Ordularımız dağıtılmış.
İhanet çöreklenmiş ülkeme kara bir yılan gibi
Kenetlenmiş çenelerimiz suskunuz.
Oysa esas olan, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır.
Bu da ancak bağımsız kalmakla olur. Bağımsızlıktan yoksun olan uluslar karanlıktan kurtulamazlar
Türk’ün onuru, Türk’ün yetenekleri büyüktür Türk’e tutsak olarak yaşamaktansa ölmek yaraşır,
Öyleyse ya bağımsızlık ya ölüm diyordu Mustafa Kemal.
Ya bağımsızlık ya ölüm! 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz başladı. Çarpışmalar sırasında Türk askeri, kahramanlık ve fedakârlıklarına yenilerini ekledi. Yeni bir destan yazılıyordu Anadolu’da alın teri göz nuru ve kanla yeni bir destan yazılıyordu Anadolu bozkırında.
Başkomutan Mustafa Kemal’in, 30 Ağustos 1922’de Zafertepe’den bizzat yönettiği Büyük Taarruz’la büyük bir zafer kazanıldı. Tarihe altın harflere yazılan 30 Ağustos Zaferi’nin ardından, Çalköy’de yıkık bir evin avlusunda kırık bir kağnı arabası çevresinde toplandı paşalar. Harita üzerinde durum değerlendirmesi yaptılar.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, yanındaki, İsmet Paşa ve Fevzi Çakmak Paşa’ya Yunan Ordusunun yeniden savunma düzenine geçmesini önlemek ve Yunanları mağlup etmek için İzmir’e girmenin şart olduğunu söylüyordu. İzmir’in kurtarılmasının ardından Cumhuriyet’e giden yol açılmış olacaktı.
Mustafa Kemal, Batı Cephesindeki tüm subay ve erlere okunmak üzere bir bildiri kaleme aldı.
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları;
Afyonkarahisar-Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesi’nde, zalim ve mağrur bir ordunun temel varlığını inanılmayacak kadar az bir zamanda yok ettiniz.
Büyük ve seçkin ulusumuzun fedakârlıklarına layık olduğunuzu kanıtladınız.
Sahibimiz olan büyük Türk ulusu geleceğine güvenmekte haklıdır.
Savaş alanlarındaki başarı ve fedakârlıklarınızı yakından görüp izliyorum.
Ulusumuzun size olan övgülerinin iletilmesine aracılık etme görevinin arkasını bırakmayacak, sürekli olarak yerine getireceğim. Ödüllendirme için başkumandanlığa öneride bulunulmasını, cephe kumandanlığına buyurdum. Bütün arkadaşlarımın, Anadolu’da daha başka meydan muharebeleri de verileceğini göz önünde bulundurarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü ve yurtseverliğinin kaynaklarını kullanarak, yarışmayı bütün gücüyle sürdürmesini talep ederim.
Ordular, İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”
Diyordu Mustafa Kemal
76 yaşında bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıyım. En büyük dileğim, milli bayramlarımızı coşkuyla kutlanması ve büyük zaferlerin, Atatürk gibi büyük kahramanların adının ve anısının sonsuza dek yaşatılmasıdır.
30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun.
© Copyright 2023 - Yeni Manisa
E-mail : info@yenimanisa.com
gerekli
gerekli - yayımlanmayacak